Şub 272021
Sinemada Çin Mutfağı Temsilleri

THE JOY LUCK CLUB, Tsai Chin, France Nuyen, 1993, (c)Buena Vista Pictures

Yemek insan olarak yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz bir eylem olmanın yanı sıra son on-yirmi yıldır gittikçe artan bir şekilde toplumların ortak özelliklerini ve alışkanlıklarını yansıtan bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu gerçeklik yemeğe, onun yapılış ve yeniş biçimlerine yüklenen dinsel ve kültürel anlamlarla kendini sıkça ortaya koymaktadır. Böylece hayatın yansıması olan, insanlığın ürettiği her değerde – bunun içerisinde sanat, tarih ve hatta siyaseti de görmek mümkün- yemek ve taşıdığı anlamlardan kaçınılmaz olarak daha çok bahsedilmektedir. Hal böyle iken, birçok sanat dalının yanında beyaz perde için üretilen çalışmalar da sosyal, kültürel ve politik anlatımları yemek üzerinden ifade etme yoluna başvurur olmuştur. Aslında sinemada yemek öğelerinin bulundurması oldukça eskilere gitse, ve Charlie Chaplin, Buster Keaton gibi komedyenler filmlerinde yemekle ilgili olgulara yer vermiş olsalar da, yemeğin görsel ve estetik bir malzeme haline gelmesi ve ileride yemek filmleri olarak adlandıracağımız alanın doğması için 1980’lerin sonlarını beklememiz gerekmiştir.[1]

Bu sürece parallel olarak sinemada Çin mutfağının temsillerini de özellikle 1990’lı yıllardan itibaren görmek mümkün olmuştur. Bu temsiller bize Çin mutfağını tanıtması yanında farklı kültürlerdeki olumlu-olumsuz Çin mutfağı algısını da yansıtır. Böylece yemeği göstergesel bir kaynak olarak kullanan filmler bir yandan bir toplumu birbirine bağlayan öğeleri dokümente ederken kültürlerarası iletişime de vesile olmaktadır. Bu yazı çerçevesinde aşağıda incelenen fimler de günümüzde Çin kültürünün ve mutfağının ana bileşenlerini ve farklı kültürlerde yarattığı yansımalarını gözler önüne sermektedir.  

Çin kültürünün olmazsa olmazları: Aile ve yemek bağları

Gastro-sinema kitabında İlker Kanık sinema gibi “kurgulanmış temsillerin toplumsal yapıyı görünür kıldığına” ve yemeğin sosyal ilişkilerdeki merkezi konumuna ve sinemanın da kültürel öğelerin anlamlandırılmasında yemek sahnelerinin önemli bir rolü olduğuna vurgu yapar.[2] Bu çerçevede, yemekle doğrudan ilişkisi olmasa da bazı filmlerde verilen mesajların ve aktarılmaya çalışılan değerlerin yemek sahneleri üzerinden şekillendiğini söyleyebiliriz. 1993 yılında vizyona giren Wayne Wang’in yönetmenliğini üstlendiği “The Joy Luck Club” adlı film –Amy Tan tarafından yazılmış aynı adlı romanın beyaz perdeye uyarlaması olduğu notunu da buraya düşelim- her ne kadar içerisinde Çinli-Amerikalı kadınların anneleri ile kurdukları ilişkiye odaklansa da, Çin kültürünün belirleyici unsurlarına değinmenin yanında gündelik hayatta göze çarpmayan bazı detayların farklı kültürlerle temas halinde ne derece etkili olabileceğini göstermekte ve filmin bazı sahnelerinde kaynak olarak yemeğe başvurmaktadır. Evlenmeyi planladığı erkeği ailesi ile tanıştırmak isteyen Çinli-Amerikalı kadının aile arasında yenen akşam yemeğinde tarafların birbirinden hoşlanması beklentisi içine girmesi ve bu amaç uğruna müstakbel eşine Çin kültüründeki sofra adabı ve yemekler ile ilgili ön bilgilendirme yapması, yemeğin önemli bir iletişim aracı olduğuna ve bunun beyaz perdeye yansımasına güzel bir örnek oluşturmaktadır. Çin yemek kültürü ve sofra adabıyla ilgili genç kadının verdiği birçok bilgiye rağmen unuttukları da vardır elbet. Vurgulanması ihmal edilen ufak detaylar damat adayı ikram edilen içkiden diğerlerinin bitirmesini beklemeden kendine ikinci bardağı servis edince, sofradaki yemekten  herkesin yemesini beklemeyip kaşık kaşık alınca ve en kötüsü de Çin kültürü gereği kendi yemeğinin eksiklerini dile getiren anneden cesaret alıp yemeği eleştirmeye kalkınca gecenin olumsuz bir şekilde son bulmasına sebebiyet verecektir. Filmde ayrıca sadakatin göstergesi olarak ölüm döşeğinde olan anneye içine evladının kanını akıtarak çorba servis ettiği sahneye de yer verilerek eski bir Çin geleneğine vurgu yapılmaktadır.

Aile ve yemek bağlarına yemek temasını kullanarak vurgu yapan bir diğer film de 2005 yapımı Rice Rhapsody’dir. Ana tema olarak üç oğlunun eşcinsel olmasını torun isteği sebebiyle kabullenemeyen Singapur’un Çin Mahallesi’nde restoran sahibi bir anneyi işlese de, film aynı zamanda bir kabulleniş ve aile ile bütün olma hikayesini yemek üzerinden anlatmaktadır. Jen Fan’ın restoranı ile özdeşleşen Çin’den gelen göçmenlerin Singapur’a getirdiği Hainan usulü tavuklu pilavdan vazgeçmeyişi, hemen yan restoranda servise sunulan ördekli versiyonuna karşı geleneği temsil eder; ve annenin yemeğin bu yeni sunumuna karşı koyduğu direnç oğulları ile ilişkilerindeki düzelmeye paralel olarak törpülenecektir. 

Yemeği merkeze alan filmler 

Yukarıda değinilen filmlerde de olduğu gibi içinde yemeğe dair sahnelerin bulunduğu filmler yanında, yemeği merkeze alan, yer yer akademik bir tür olarak da karşımıza çıkan “yemek filmleri” de vardır. Bu tür kendini “yemeğin merkezde olması” başrolde “profesyonel ya da amatör aşçının olması” “hikayenin geçtiği mekanın yemekle ilişkili olması”, kameranın “yemek yapımına odaklanması” ile diğer türlerden ayırır.[3] Çin mutfağını bu şekilde temsil etmesi açısından Türkçeye de Tatlı Tuzlu olarak çevrilen 1994 yapımı Eat, Drink and Woman bunun güzel bir örneğidir. Filmin neredeyse ilk beş dakikası üç kız çocuğu babası Şef Chu’nun geleneksel Pazar günü aile yemeği için özenle yaptığı akşam yemeği hazırlığı ile başlar. Bu sahneleri izlerken seyirci Çin mutfağında kullanılan malzemeleri ve teknikleri yakından görme fırsatı bulur. Tayvan’ın en ünlü şefi olduğunu öğrendiğimiz Chu’nun balığı ve daha sonra tavuğu canlı olarak yakalayıp pişirmesi malzemelerin tazeliğine vurgu yaparken, Çin mutfağında sıkça kullanılan derin kızartma, soteleme ve buharda pişirme teknikleri de gözler önüne serilir. Tayvan mutfağına özgü sotelenmiş deniz tarağı, tavuk ve salatalık salatası, marul üzerinde karides kıyması, buharda siyah mantar ile servis edilen tavuk gibi daha birçok lezzet de ön plana çıkarılmaktadır. Film boyunca ailede en önemli kararların yemek sofralarında verilmesi, Şef Chu’nun komşunun kızı ile ona gizli gizli hazırladığı okul yemekleri üzerinden kurduğu iletişim yemeğin günlük hayatımızdaki vazgeçilemez yerinin de altını çizer. 

Çin mutfağının ön plana çıktığı yemek filmlerine Türkçeye henüz çevrilmemiş olan 2017 yapımı Jue zhan shi shen, İngilizce adı ile Cook up a storm da örnek olarak gösterilebilir. Yemek yapımının bütün safhalarına, malzemelerin tedarikinden hazırlanmasına ve yapım tekniklerine  detaylı olarak odaklanması açısından Jue zhan shi shen, yemek filmi türünün Çin’deki en iyi temsillerinden birini oluşturmaktadır. Filmin ana karakterlerinden Şef Gao Tian Ci, Yedi olarak bilinen bir esnaf lokantasının efsanevi aşçısıdır; yemek yapmayı bügün bir çok aşçının idolü olan babasından öğrenmiş ama kendisi tarafından küçük yaşta reddedilmiştir. Rakibi Paul Ahn ise Avrupa’da aşçılık okumuş, moleküler gastronomi tekniklerini uygulayan üç Michelin yıldızı sahibi ancak tatma duyusunu kaybetmiş bir aşçıdır; ve yakın zamanda ülkesine dönüp Şef Gao Tian Ci’nin restoranının tam karşısına bir Fransız restoranı açmıştır. Film bu iki ünlü şef arasındaki gastronomik yarışı gözler önüne sermesinin yanında yemek dünyasındaki önemli bir tartışmanın da altını çizmektedir. Gao Tian Ci görseli ikinci plana atarak geleneksel tekniklerle uygulanan Çin mutfağını savunurken, Paul Ahn yerel malzemeyi batı tekniklerini kullanarak adeta bir sanat eserine çevirmektedir. 

Diasporada Çin mutfağı algısı

Diasporada Çin mutfağı algısı bugün özellikle Hollywood filmlerinde sık sık işlenmekte olan konulardandır. Bu filmlerin bazıları artık Amerikan kültürünün önemli bir parçası olarak yer bulan chop-suey’in farklı versiyonlarını gözler önüne sererken, Çin mutfağının ve kültürünün ev sahibi ülkenin geleneklerinden farklılığının altını çizen sahnelerin bulunduğu yapımlar da bulunmaktadır. Bu çerçevede Türkçeye Belalı Aşk olarak çevrilen 1999 yapımı Mickey Blue Eyes filmindeki Çin restoranı sahnesinden bahsetmemiz anlamlı olacaktır. Bu makalenin konusunu ilgilendiren, filmin baş karakterlerinden Michael’in Gina’ya bir Çin restoranında şans kurabiyeleri ile yaptığı evlenme teklifidir. Şans kurabiyeleri başka bir masa ile karışınca olaylar sarpa sarar. Ama burada bu eğlenceli sahnenin yanında farkına varılması gereken unsur film aracılığıyla bize iletilmeye çalışılan bu kurabiyelerin Çin kültürü ile ilişkili olduğu bilgisidir. Aslında şans kurabiyelerinin Çin’deki kökenleri bugün sorgulanmakta, bu kurabiyelerin Japonya’da da benzerinin olduğu söylenmektedir; hatta bu bilgi Amerika’da mahkeme kararlarıyla sabitlenmiştir. Buna rağmen diasporada bugün şans kurabiyeleri Çin mutfağıyla özdeşleşmektedir. Diasporada Çin mutfağı algısını gözlemleyebileceğimiz bir diğer film 1983 yapımı A Christmas Story ise Amerikalı bir ailenin Noel zamanı ritüellerini anlatır. Ancak Noel hindisi açık kalan kapıdan giren köpekler tarafından yenince, aile kendisini Noel akşamı Çin restoranında bulur. Hindi yerine getirilen kızarmış ördek ve kafasının oracıkra yemek masasında şef aşçı tarafından kesilmesi eğlenceli bir şekilde tasvir edilir; sahne Amerika’da o dönemlerde oluşan Çin mutfağı ve kültürü algısı hakkında ipucu verir niteliktedir. 

Belgesel Filmler

Tüm bu algıların yanında Çin mutfağını ve kültürünü tarihsel verilere, ritüel ve tecrübelere göre aktarmak isteyen kurmaca olmayan beyaz perde ürünlerinden de söz edebiliriz. Belgesel kategorisine girebilecek bu türün Çin mutfağı özelinde iki örneğinden bahsedebilmek mümkün. 2012 yılında yayınlanmaya başlayan yedi bölümden oluşan A Bite of China (舌尖上的中国) Tayvan ve Hong Kong dahil olmak üzere Çin’in 60 bölgesindeki yemeklerin tarihi ve yapılış aşamalarını detaylı olarak izleyiciye aktarmaktadır. İlerleyen yıllarda iki sezonu daha gösterime girmiş, ve böulece Çin mutfağı hakkında önemli bir görsel kaynak oluşturulmuştur. Belgesel türüne bir  diğer örnek de 2014 yapımı The Search for General Tso’dur. Daha önceki sayılardaki yazılarda da değinme fırsatı bulduğum bu çalışma Amerika’da popularitesini koruyan General Tso Tavuğu’nun Çin’deki orijinini tespit etmeyi amaçlarken, kullandığı zengin grafik ve görsellerle yemeğin yaratılış aşamasına ve göç hikayesine vurgu yapmaktadır. 

****

Günümüzde yemek filmlerini ve yemeği merkeze alan sahneleri daha sık görür olduk ve sanıyorum daha sık görmeye başlayacağız. Bu trende paralel olarak, Çin mutfağının beyaz perdedeki temsilleri halen yetersiz olsa da artmaya devam edecektir. Tahminim şu ki, yemeğin kültürlerin vazgeçilmez bir unsuru ve hatta aynası olduğunu anladığımız şu günlerde ağzımızı sulandıracak, iştahımızı açacak sahneleri görmeğe ve  bu vesileyle Çin mutfağını ve kültürünü tanımaya devam edeceğiz. 


[1] Zimmerman, Steve (2009). “Food in Films: A Star is Born” Gastronomica (9/2), ss:25-34.

[2] Kanık, İlker (2018) Gastro-cinema, Alfa Yayınları  ss.15-25

[3] Alıntı: Keller James, Defne Karaosmanoğlu (2000) Yemekle Devrialem, Kitap Yayınevi. s. 106

(Bu yazı ilk kez Modern İpek Yolu Dergisi’nde Ekim, 2018’de yayınlanmıştır)