Mar 062021

Hadik, Hedik, Slika, Koliva, Danik: Bir Anadolu ritüelinin farklı tezahürü

Hadik, Hedik, Slika, Koliva, Danik: Bir Anadolu ritüelinin farklı tezahürü

Ermeni geleneğinde hadig, Türk geleneğinde hedik deniyor. Arapça konuşan Rum Ortodokslar, bir diğer deyişle Arap Hristiyanlar ise slika diyor. Aynı ritüeli İstanbul Rumları koliva, Doğu Anadolu’daki kürtler ise danik şeklinde adlandırıyorlar. Kim bilir, daha bir çok yöreye ait farklı isimleri vardır. Verilen isimler değişiklik gösterse de çoğunlukla çocukların ilk dişini kutlamak, bazen de kaybettiğimiz sevdiklerimizi ya da azizleri anmak için yapılan, Anadolu halklarının ortaklaşan ancak ortaklaştıkları kadar unutulmaya yüz tutmuş bir yemek ritüelinden bahsediyoruz aslında.

Öncelikle şunu net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor: Günümüzde artık yemek yaşamımızı sürdürmemizin temelinde olan beslenme unsuru olma özelliğinin ötesine taşınıyor. Bugün insanlar kendilerini tanımlarken, kimliklerini ortaya koyarken bilerek ya da bilmeyerek yemeği araçsallaştırıyorlar. Bu demek oluyor ki, yemeğin insanların ve dolayısıyla halkların kolektif belleklerinde nesiller boyu büyükannelerinden taşınarak gelen derin bir anlamı var. Bu özelliği ile yemek çoğunlukla ayrıştırıcı unsurları ile de ele alınabiliyor. Örnek vermek gerekirse: Baklava Yunanların mı Türklerin mi? Falafel ya da humus, İsraillilerin mi Filistinlilerin mi? Yoksa Lübnanlıların mı? Zaman zaman bir yere varmayacağını düşündüğümüz tüm bu tartışmaları mercek altına aldığınızda, yemeğin araçsallaştırılarak milli bir kimlik yaratma çabasının var olduğuna kanaat getirmek zor olmuyor.  Ancak şu da bir gerçek ki tüm bu tartışmaların altı çok kolay boşaltılabilir çünkü yemek çoğunlukla coğrafi sınırları kolayca aşabilen halkların birbirine teması ile öğrenilen, öğretilen, etkileşilen bir unsurdur; dolayısı ile bir halkın tekelinde olmasından ziyade coğrafyalardan beslenir. Bundan yıllar önce Hrant Dink Vakfı bünyesinde gerçekleştirilen bir konferansta konuşmacıların verdiği mesaj oldukça açıktı: Yemeğin milliyeti değil coğrafyası vardır! Bu mesajdan yola çıkarak bu yazı ve sonrasında Anadolu’nun yer yer unutulmaya yüz tutmuş, farklı din ve etnik kökenlere ait halkların ortaklaştıkları yemek ritüellerinden bahsetmeye çalışacağım.

İlk olarak Türkçe’de yaygın adıyla hedikten bahsedelim. Farklı deyişleriyle diş aşı, diş bulguru, diş buğdayı, slika, hadig, koliva çoğunlukla Orta ve Doğu Anadolu’da yaygın olan, yer yer unutulmaya yüz tutmuş ortak bir ritüel. Çoğunlukla bebeklerin diş çıkarması sonrasında, bazı kültürlerde de buna ek olarak azizlerin ya da kaybettiğimiz yakınlarımızın anmalarında yapılmaktadır. Kökenleri konusunda net bir iddiada bulunmak istemem. Ancak Orta Asya’dan taşınan bir gelenek olduğu, Şaman inancına dayandığı, M.S. 3. ya da 4. yüzyılda Anadolu coğrafyasında yaygınlaştığı gibi söylentiler mevcut. Bir yandan da yemek hakkında araştırmalar yapan Marianna Yerasimos’un bir yazısında dikkat çektiği üzere İstanbul Rumlarının yaptığı koliva, yani hedik ile ilgili önemli bir ize 12. yüzyılın ikinci yarısında Bizans İmparatorluğu’nda yaşamış olan Theodoros Prodromos adlı bir şairin şiirinde rastlamak mümkün. Bu sanıyorum bu ritüele dair en somut izlerden biri.  Alıntıya göre şair öldükten sonra ardından koliva yapılmasını istemediğini söylerken İstanbul Rumlarının yaptığı versiyona yakın bir tariften bahsetmektedir. Bir yandan da Ermenicede tane anlamına gelen hadig kelimesi Türk kültüründeki hedik’in Anadolu’da yüzyıllarca yaşamış Ermenilerden de geçmiş olabileceğini düşündürmektedir. Ancak daha önce söylediğim gibi, tarihin izini sürebileceğimiz bir belge yoksunluğunda burada kökenden çok coğrafyadaki paylaşıma odaklanmak daha sağlıklı olacaktır.

Bu ritüele ait tariflerin peşine düştüğünüzde çeşitlilik sizleri şaşırtacaktır. Sünni ya da Alevi geleneklerinde sadece diş buğdayı olarak yapılan hedik ya da Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalardaki ismi ile danik, çoğunlukla haşlanmış buğday ve nohutun basit bir şekilde karılıp dağıtıldığı tuzlu bir tarife işaret etmekteyken, Ermenilerde kabuklu buğday ve çedene karışımı şeker, çifte kavrulmuş badem veya inci şekerlerle—çocuğun dişleri inci gibi dökülsün diye—süslenip servis edilerek tatlı-tuzlu diyebileceğimiz bir lezzet oluşturuluyor.

İstanbul Rumlarının kolivası ise önceki örneklerden farklı olarak günümüzde ölülerin anmasında yapılmaktadır. Yine önceki örneklerden farklı olarak buğday, tane ve toz kişniş, kuru üzüm, badem içi, ceviz içi, kimyon, pötibör bisküvi, galeta unu karışımı un, pudra şekeri ve badem şekerleri ve taze badem içleri ve tarçınla (ve bazen de karanfille) süslen bu tatlı karışım törensel davetlerin ya da kilisede gerçekleştirilen dualarının merkezine alınır ve dağıtılır. Antakya-İskenderun-Mersin bölgesine yayılmış olan Arapça konuşan Rum Ortodokslar ise çok çeşitli tariflere rastlamak mümkün. Genel olarak kaybedilenlerin ardından yapılan buğdayda daha sade—nohut, buğday, rezene (şımra), nar taneleri ve bazen kabuklu susam—yapılan slika, Barbara—yerel halk Bırbara diye telafuz eder—gününde ya da diş buğdayında daha süslü ve içeriği zengin bir hal alır. Antakya’nın köylerindeki Arapça konuşan Rum Ortodokslar çoğunlukla nohut, buğday ve küncü karışımını un pudra şekeri, tarçın ve badem şekerleri ile süslerler. Yazarın da parçası olduğu Mersin’de yaşayan Antakyalı Rum Ortodoksların slikasının ise bazen nohutla ama çoğunlukla nohutsuz yapıldığı, bulunabilen malzemelerle zenginleştirildiği gözlemlenir.  Ama eğer imkanlar var ise ölüm hem diş buğdayında daha “zengin” bir içerikle hazırlanabildiğini, sadece ölüm buğdayının renksiz şekerlerle süslendiğini ve bu durumun Antakya köylerinde yaşayanlar ile Mersin cemaati arasında yer yer atışmalara yol açtığını buraya not düşeyim. Mersin’deki Hristiyanlar Samandağ slikasını “fakir işi” olarak nitelerken Mersinlilerin buğday ve küncü dışında ceviz, badem içi, fındık ve kuru üzüm konulan slikası, Antakya Samandağlı’lar tarafından “çerez”e benzetilmektedir.

Tüm bu tariflere, farklı coğrafyalarda yaşayan daha birçok halkın deneyimleri ile çeşitlendirilebilir. Muhtelif şekillerde tezahür eden bu ritüelin en temelinde Azize Barbara’yı da temsil eden bir yiyecek olan buğdayın temsil ettiği bereketin olduğunu, ve aynı zamanda bazı tariflerde kullanılan narın da bereketi temsil ettiğini unutmayalım. Tatlı da olsa tuzlu da olsa çocukların ilk çıkan dişini kutlamak için bu günlerde çocukların rızıklarının açılması ve bereketli bir hayatları olması dilenir. Yapılan törenlerde bebeğin önüne farklı unsurlar konularak gelecekteki mesleği tahmin edilmeye çalışılır. İstanbul ve Antakya Rumları kaybettikleri sevdiklerini anmada da yapar hediği, bir diğer deyişle koliva ve slikayı. Mersin-Antakya-İskenderun bölgesindeki Arapça konuşan Hristiyanların bu tip anmalarda ekmek yaptığı da bilinmektedir. Buğday ekmeğin özü olduğu için yerine hedik yapılması da ters düşmez. Buğday ölüm-anma gibi zamanlarda da acımızı paylaşabileceğimiz bereketli bir tahıldır. Ne de olsa, Anadolu’nun ortaklaşılan diğer birçok yemek ritüelleri gibi hedik, slika, kolivanın toplumsal boyutu yapıldıktan sonra etrafınızdakilerle paylaşılması ile anlam kazanır. Din, dil, ırk farkı gözetilmeden etrafa dağıtılan ve paylaşılan yemekler toplumların arasındaki bağları da güçlendirir. Yine ortaklaşan bir adettir, kuşların bereketi daha uzaklara yayacağına olan inançtan olsa gerek yapılan hedikten bir avuç da kuşlara serpiştirilir. Buğdayın bereketi etrafa saçılır.

(Bu yazı ilk kez ADİP Bülteni Temmuz, 2020’de yayınlanmıştır)