Oca 182016
Gurmenin Son Yemeği

“Sorun yemek yemek değil, asıl olan bunların nedenini bilebilmek” diyor Muriel Barbery Gurmenin Son Yemeği’nin son satırlarına yaklaşırken. Merak etmeyin, kitabın sonunu söyleyerek büyüsünü bozmadım. Sadece ağzınıza biraz bal çaldım. Yemek ve mutfak kültürlerine azıcık ilginiz varsa eminim şimdi tüm kavanozu almak için kendinizi çarşıya pazara, pardon, bu durumda kitapçıya atmak isteyeceksiniz.

Gurmenin son yemeği, ölüm döşeğinde bir gurmenin ölmeden önce hangi yemeği yemek istediğine karar verirken geçmişinde onu etkilemiş tatlara yaptığı yolculuğunu aktarıyor. Bunlar arasında en eskilerden, en yenilere; en komplike yemeklerden en sıradan lezzetlere gitgeller yaşatıyor. Bunun yanında kahramanın bu mesleğe yöneliminin hikayesine, yemek ve kültür arasında kurduğu ilişkiye, profesyonel ve kişisel çevresinin ona duyduğu sevgiye, siteme, yer yer de tiksintiye ve nefrete de yer veriyor.

Anlayacağınız Barbery size bir romandan fazlasını sunuyor. Yaşamının merkezine yemeği alan, bu işi meslek edinen insanların çevresi ile nasıl bir ilişki kurabileceğini tüm alternatifleriyle kafanızda canlandırmanıza yol açıyor. Elbette bir romandan bahsediyoruz, anlatılanlar gerçek değil, ama kafada yaratılan gerçeği ikna edici bir şekilde okuyucuya sunabilmek değil midir bir yazarı usta yapan?

Bu kurduğu ilişkiler ve duygular ağında bir adım da öteye geçiyor yazar. Satır aralarında yemek kültürü ve pratikleri hakkında derinlemesine düşünmeniz için size fırsat tanıyor.Ustalığını burada daha da belirginleşiyor. Çünkü bulabildiği boş zamanlarda mutfak kültürü hakkında herşeyi okumaya çalışan biri olarak söylüyorum, bu roman size hissettirmeden akademik düzeyde bir düşünme tarzına da sevk ediyor. Kitap boyunca size hiç hissettirmeden, sadece kafanızı karıncalandırarak düşündüren mevzulardan biri yemek ve insanlığın değerleri arasındaki ilişki. Yazar gurmenin bir yemeği ağız sulandırıcı şekilde betimlemesini aktarırken, bir yandan da önemli bir çelişkiye değiniyor: yeme eyleminin insanlığın vahşetini yansıttığı gerçeği ile başbaşa kalıyorsunuz bir anda. Ama  okurken bir yandan da bu vahşete farklı bir açıdan bakmak da mümkün olduğunu anlıyorsunuz. Çiğ et örneği bu noktada yıkılması gereken bir tabu olarak karşınıza çıkıyor. Çiğ et bir yandan “bir ürünü doğadaki haliyle mideye indirmek” gibi gözükse de bu tanım basite indirgemeci bir tanımdan öte değildir yazara, pardon, gurmeye göre. Japonların çiğ balığı kesip biçmesini bir heykeltraşın mermeri şekillendirmesi örneğine katılır mısınız bilmem ama kitap bu örneğini bazı pratiklerin geleneksel olduğunu, ve gelenekten kopan toplumların kaybolmaya yüz tuttuğu argümanıyla sağlam bir yere oturtur. İnsanlığın yemekle ilişkisi sadece bu vahşetle ilişkilendirilemez elbet; yazar da bu nedenle kahramanının sesinden yemeğin sosyal bir olgu olduğuna, alınan hazzın etrafta duyduğumuz seslerle harmanlandığını hatırlatır. Buna bağlı olarak mutfak kültürleri zaman içinde farklı kültürlerle kurduğu ilişkilerle gelişir bazen de erezyona uğrar. Son olarak, yazar biz yemek hakkında yazmayı sevenlere de selam durmayı unutmaz. Ne de olsa “tatmak keyif eylemidir, bu keyfi yazmak ise sanatsal bir olgudur.”

Şimdiden söylemekte fayda var, Gurmenin Son Yemeği bir roman olarak bir solukta okuyacağınız, keyifli ve akıcı bir kitap olduğu kadar bir yemek kültürü/tarihi kitabı kadar düşündürücü. Benim tavsiyem, siz yine de kendinizi düşüncelere çok kaptırmayın, kendinizi bu keyifli okumaya bırakın.  Gurmemizin ölüm döşeğinde dediği gibi: “sonuç olarak değişmeyen gerçek sanat eseri karşındaki diğer insanın şölenidir.” Siz de ölüm döşeğindeki gurmenin başucuna geçin, onun yaşadığı bu şölensel yolculuğa kulak verin.